Preloader Logo

Mağaradan İş Dünyasına Adaptasyon

Mağaradan İş Dünyasına Adaptasyon

15.09.2025

Blog Img

Sana ne olduğu değildi, ona nasıl tepki verildiğinin önemi vardı.” Epiktetos (MS 50–135, Stoacı filozof)

 

Epiktetos’un bu sözü, aslında insanın en ilkel çevrelerden bugünün karmaşık iş dünyasına uzanan inanılmaz adaptasyon yeteneğinin bir yansıması. Gelin, evrimsel psikolojinin teknik ayrıntılarına dalmadan, bu yolculuğa yakından bakalım.

 

İnsan davranışını anlamak için bilişsel, duygusal ve davranışsal süreçlerin birbirini sürekli etkilediğini kabul etmek gerekir. Düşüncelerimiz duygularımızı, duygularımız davranışlarımızı; davranışlarımız da geri dönüp düşüncelerimizi şekillendirir. Bu karşılıklı döngü, zorlayıcı durumlarda nasıl uyum sağladığımızı belirler.

 

Duyguların oluşumunda bilişsel değerlendirmeler (olaylara verdiğimiz anlamlar) çoğu zaman belirleyicidir; ancak literatürde, kimi hızlı duygusal tepkilerin bilişten önce tetiklenebileceğini savunan çalışmalar da vardır. Ancak buradaki asıl nokta anlam yani biliş.

 

Travmada da benzer bir denge söz konusudur: olayın niteliği önemlidir; fakat travmanın kalıcılığı, büyük ölçüde kişinin olayı ve sonuçlarını nasıl anlamlandırdığına ve geliştirdiği başa çıkma yollarına bağlıdır. Şimdi buradan bir adım geri çekilip daha geniş ölçeğe bakalım: Bireysel başa çıkmanın ardında, Darwin’in anlattığı evrimsel “uyum mantığı” ilkesi var.

 

Darwin’in bize bıraktığı çerçeveden gidersek, canlıların evrimsel açıdan oyun planı basit: uyum başarısını artırmak. Yani, koşullara daha iyi uyum sağlayan özellikler — hayatta kalma ve üreme başarısını yükseltenler — zamanla daha çok yayılıyor. Biz insanlar için bu, atalarımızın risk oluşturan durumlara karşı uyumsal stratejiler geliştirmesi demekti: alet yapımı, ortak avlanma, besini güvenceye alma, barınma… Kısaca “tehlike nerede?”yi erkenden görüp önlem almak. Bugün iş dünyasında yaptığımız da farklı değil: belirsizliği okuyup riski azaltmak ve oyunda kalmak.

 

“Bugün iş dünyasının en temel sorunu nedir?” sorusu ile devam edersek.

 

Bu soruya herkes farklı cevap verebilir, değil mi? Benim listemde bir numarada iletişim var.

 

Farklı cevapların çıkmasının nedeni aslında yukarıda konuştuğumuz üçlü: biliş, duygu ve davranış. Hepimiz aynı olayı farklı okuyor (biliş), farklı hissediyor (duygu) ve farklı tepki veriyoruz (davranış). Bu yüzden “en temel sorun” sorusunda ortak etiketler kullansak bile, o etikete yüklediğimiz anlam kişiden kişiye değişiyor.

 

İşin biraz daha kişiye özgü tarafına bakalım: İki hafta önce yaşadığın bir sorunla bugün tekrar karşılaşsan bile, artık sana sorun gibi gelmeyebilir. Neden? Çünkü bağlam değişir (zaman, koşullar, insanlar), ruh hâli ve enerjin değişir (uyku, stres, umut), bir de anlam değişir (olayı nasıl okuduğun, neye odaklandığın, ne öğrendiğin).

 

Kısacası biliş–duygu–davranış üçlüsü her turda yeniden ayarlanır: olayı farklı okur (biliş), farklı hisseder (duygu), farklı tepki verirsin (davranış). Üstüne, tanıdıklık arttıkça belirsizlik düşerözyeterlik hissi yükselir, bazen de basitçe alışır ve duyarlılığı azaltırsın. Adaptasyon dediğimiz şey, tam da bu küçük yeniden ayarlamaların toplamı.

 

Peki ben bu süreci nasıl anlamlandırmaya başladım biraz ondan söz edeyim. Öncelikle almış olduğum eğitimden söz edersem beni daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum

 

Psikoloji lisansının ardından yüksek lisansla birlikte iş hayatına başladım. Altı yıllık eğitimden gelen birikimle önce gözlemledim; sonra bu gözlemleri, öğrendiklerimle karşılaştırıp teyit ettim. Böylece hangi bilgilerin sahada gerçekten karşılık bulduğunu, hangilerininse bağlama göre yeniden yorumlanması gerektiğini daha net görmeye başladım. Bu kapsamda süreçleri analiz etmek ve yönetebilmem daha güçlendi.

 

Bu deneyimler bana şunu öğretti: iş dünyasında bir uyaranın pozitif ya da negatif olmasından çok, ona nasıl tepki verdiğimiz belirleyicidir. Çoğu durumda gidişatı tepki şeklimiz yönlendirir. Hatta sonucu değiştirmediği anlarda bile, sonuca gidiş yolunu değiştirir: sürecin tonu, ilişki iklimi ve güven algısı farklılaşır.

 

Ben tepkiyi üçlüyle hizalamaya çalışıyorum: Biliş–Duygu–Davranış (BDD). Önce olayı net okurum (biliş), duyguyu regüle ederim (kısa erteleme/nefes/yeniden çerçeveleme), sonra bağlama uygun davranışı seçerim. Bu tutarlılık çoğu zaman insanlar tarafından tam olarak ne olduğu bilinmeden takdir edilir.

 

Peki nereye varıyoruz?

Böyle bir durumla karşılaştığımızda beynimiz önce hızlı bir kontrol yapıyor: “Tehdit var mı?” Bu değerlendirme; geçmiş deneyim, o anki ruh hâli ve bağlama göre değişiyor. Evet, bazen durum gerçekten saldırı da olabilir. Ama ilk anda devreye giren şey çoğunlukla savunma repertuarısavaş–kaç–don. Bu otomatik dalgadan sonra (kalp atışı, nefes, kasılma…), ikinci dalga olarak bilişsel değerlendirme ve kendini düzenleme geliyor.

 

Sonuç olarak varmak istediğim nokta ise: Uyaranlara otomatik değil, bilinçli yanıt vermek. Evet, ilk anda çalışan hızlı savunma devreleri var; bunu inkâr etmiyorum. Ama artık durumları fark edebilen, değerlendirebilen ve düzenleyebilen bir sistemle yaşıyoruz. Kısaca: önce fark et, sonra değerlendir, sonra yanıtla. Bugün, bu döngünün nasıl işlediğine dair daha net verilerimiz var: tehditte alarm çalan devreler devreye giriyor; biz de prefrontal “üst kat”ı çalıştırıp yeniden çerçeveleme yapabildiğimizde, tepki esnekliği kazanıyoruz. Bu, “ilkel olanı susturmak” değil; hızlı devrelerle yavaş ve bilinçli devreleri konuşturarak bağlama en uygun yanıtı seçmek.

 

Bu edinimler sayesinde, artık sadece iş hayatında değil, hayatımızın her alanında karşılaştığımız süreçlere nasıl tepki verdiğimizi teknik olarak biliyoruz.

 

Konuyla ilgili daha derinlemesine okumalar yapmak isterseniz, bu kaynaklara göz atabilirsiniz:

  • Bilişsel değerlendirme kuramı: Richard Lazarus
  • Hızlı/yavaş duygusal yollar: Joseph LeDoux (low road/high road)
  • Bilişsel adaptasyon çerçevesi: Shelley E. Taylor

 

Yazan: Satış ve İş Geliştirme Yöneticisi Mert Karnapoglu